Emre'nin Bloğu

blog_logo

27 Mayıs 1960 İhtilali

27 Mayıs 1960 İhtilali

27 Mayıs 1960 sabahı… Kimi işe gitmek için hazırlanırken, kimi okuluna gitmek için kitaplarını toplarken, kimi de çoktan evden çıktıktan sonra askerler tarafından eve geri gönderilirken, Kurmay Albay Alparslan Türkeş TRT radyosu mikrofonunun başında 27 Mayıs ihtilali ile ilgili demecini okuyordu.

“Sevgili vatandaşlar. Dün gece yarısından itibaren, Bütün Türkiye’de Deniz, Hava, Kara Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek memleketin idaresini ele almıştır. Bu hareket Silahlı Kuvvetlerimizin muşterek işbirliği sayesinde kansız başarılmıştır. Sevgili vatandaşlarımızın sükun içinde bulunmalarını ve resmi sıfatı ve vazifesi ne olursa olsun hiç kimsenin sokağa çıkmamasını rica ederiz.”

İhtilal öncesi tek partili dönem

20 Kasım 1922’de İsviçre’nin Laussane (Lozan) kentinde, Lozan Barış Antlaşması‘nda Türkiye’yi temsil etmesi için İsmet İnönü uygun görülmüştü. Bir süre sonra görüşmeler tamamen kesildi. Ne olacağı düşünülürken 2 hafta sonra İzmir İktisat Komitesi toplandı. 17 Şubat 1923’te başlayan kongre 4 Mart’a kadar devam etti. En önemli karar aşarın (Osmanlı’nın tarım gelirlerinden aldığı vergi) kaldırılması oldu. Türkiye, Sovyetler Birliği ile olan illişkisine rağmen kapitalist yolundan kesinlikle ayrılmayacağını Batı’ya göstermeye çalıştı. 23 Nisan 1923’te Lozan görüşmeleri tekrar başladı ve 24 Temmuz’da Türkiye’nin antlaşmayı imzalamasına kadar aralıksız devam etti. Türkiye artık bağımsızlığını ilan etmişti. Sevr iptal edildi. Lozan Barış Antlaşması imzalandıktan sonra Mustafa Kemal Atatürk duygularını şu kelimelere döktü:

“Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Muahedesiyle ikmal edildiği zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılmasını ifade eden bir vesikadır. Osmanlı tarihinde emsali görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.”

23 Temmuz 1923, Lozan ardından Atatürk’ün, İsmet İnönü’ye yolladığı telgraf:

Lozan Türk Delegasyonu Başkanı ve Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretlerine,

Millet ve hükümetin zat-ı âlilerine tevcih etmiş olduğu yeni vazifeyi muvaffakiyetle tamamlamış bulunuyorsunuz. Memlekete bir dizi faydalı hizmetten ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir muvaffakiyetle taçlandırdınız. Uzun mücadelelerden sonra vatanımızın sulh ve istiklâle kavuştuğu bugünde parlak hizmetiniz dolayısıyla zât-ı alinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve mesainizde size yardım eden bütün delegeleri müteşekkirâne tebrik ederim.

TBMM Başkanı, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal”

Adolf Hitler’in Nazi Almanya’sının politikası Türkiye’yi mümkün olduğunca tarafsız tutma yönünde, Sovyetler Birliği ve müttefiklerinin politikası ise, Türkiye’nin savaşta aktif rol oynayıp cephede savaşması yönündeydi. Türkiye ise koyunun kendi bacağından asılacağını iyi tasavvur etti ve gerek Almanya olan ilişkilerini gerekse Sovyetler Birliği ve müttefikleri ile olan ilişkilerini bir şekilde dengede tutmayı başardı. 23 Nisan 1945’te Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın ve TBMM’nin açılışının 25. yılında Sovyetler Birliği’nin Berlin topraklarına girmesi ve tam bir hafta sonra Adolf Hitler’in Führerbunker’da intihar etmesiyle 2. Dünya Savaşı resmen sona erdi.

Savaşın ardından Türkiye’de ithalat iyiden iyiye durdu. Ülkede ürün yoktu. Bu yüzden Milli Koruma Kanunu birkaç kez yeniden düzenlendi. Kıtlıktan dolayı bütün mallar karaborsaya düştü. Karaborsa kanunen yasaklandı ve üstüne büyük cezalar konuldu. Fakat karaborsa bir türlü durmak bilmedi. TBMM yeni siyasi yöntemler aramak zorunda kalacaktı.

Cumhuriyet Halk Partisi

TBMM’nin ilk partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), ayrıca tek partili dönemde Türkiye’nin yönetimine ışık tutuyordu. 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal tarafından ilk temelleri atılan Cumhuriyet Halk Partisi’nin adı 1924 yılındaki kurultayda Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değişecek, 1927 yılında Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık ve Laiklik ilkelerini tüzüğüne ekleyecek, daha sonra 1935 yılına gelindiğinde Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerini de tüzüğüne ekleyerek tekrar kurulduğu Cumhuriyet Halk Partisi adına dönecekti. 29 Ekim 1923’te, Türkiye tüm Dünya’ya bağımsızlığını ilan ettikten 3 ay sonra Mustafa Kemal ve TBMM Türkiye’nin resmen Cumhuriyet yönetimine geçtiğini ilan etti. Mecliste kulaktan kulağa yayılan “diktatör olacak” düşüncesini Mustafa Kemal elinin tersiyle itmiş ve Türkiye’yi tam bağımsız, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu bir ülkeye dönüştürmüştü. Efsane, bir kez daha neden efsane olduğunu açıkça göstermişti. Partiyi bizzat kurduktan öldüğü yıla kadar CHP’nin başkanlığını Mustafa Kemal Atatürk yaptı (1923-1938). Atatürk’ün ardından hem cumhurbaşkanlığına seçilen hem de CHP başkanı olan Mustafa İsmet İnönü, 26 Aralık 1938’de toplanan 1. Olağanüstü Kurultayı’nda partinin değişmez başkanı seçildi ve 27 Mayıs ihtilali sırasında başında olduğu CHP’ye 1972 yılında partiden istifa edene kadar başkanlık yaptı.

Demokrat Parti

II. Dünya Savaşı’nın sonunda halkın içinde ve basında çok partili sisteme geçmek isteyenlerin sayısı oldukça arttı. Buna 11 Kasım 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra Cumhurbaşkanı ve Milli Şef seçilen İsmet İnönü’nün de konuşmalarında onay vermesiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti genç tarihinde ilk defa çok partili sisteme geçiş sinyali verdi. Bunun üzerine Adnan Menderes, Yusuf Hikmet Bayur ve Emin Sazak gibi isimlerle birlikte muhalefet oluştu. Bu sıralarda TBMM’de görüşülen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu muhalefetin iyice güçlenmesine yol açtı. Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan meclise Türkiye’nin ve partilerin yönetiminde daha liberal, daha özgür düzenlemeler yapılması için önerge verdi. Bu önerge Dörtlü Takrir olarak bilinir. Fakat önerge 12 Haziran’da reddedildi. Muhalefet tarafı için sonuç hüsran olunca Menderes, Koraltan ve Köprülü muhalefetten çıkarıldı ve Celal Bayar da önce vekillikten istifasını istedi ve daha sonra da muhalefetten ayrıldı.

Partinin ilk temelleri 7 Ocak 1946’da atıldı. Dörtlü Takrir’i imzalayanlar başka bir muhalefet parti için kolları sıvadı ve parti başkanlığına daha sonra Cumhurbaşkanı olacak olan Celal Bayar getirildi. Partinin politikası ise TBMM’ye verdikleri önerge ile aynıydı. Yani ülkede ve mecliste özgür düzenlemeler yapılmasını savunuyorlardı. Başlarda TBMM’de reddedilen bir önergeyi veren insanların kurduğu partinin mecliste veya ülkede pek etkisi olmayacağı düşünüldü. Fakat parti her geçen gün biraz daha destekçi buldu. Partinin büyümeye başlaması, iktidar partisinin daha fazla önlem almasına neden oldu. İktidar partisi muhalefeti ihtilalcilikle suçlamaya başladı. Muhalefet parti ise iktidarı tek partili düzene dönmek istemesiyle suçladı. Muhalefet ne yaptıysa, ne istediyse, iktidar tam tersini istedi. Böylece muhalefet Demokrat Parti ile iktidar Cumhuriyet Halk Partisi arasındaki ilk kıvılcım başlamış oldu.

Kurulduktan sonraki 4 yıl içinde iktidar ile olan tartışmaları, 1950 seçimlerine kadar tek partili sistem içinde insanların yoksul bir şekilde yaşaması Demokrat Parti’nin oylarının yükselmesine, bu kurulan yeni partinin, çocuk yaştaki cumhuriyet halkına karşı vaadettiği sözler, seçim konuşmaları ve propagandalar da insanların zihnine ister istemez iyi bir değişiklik olarak yansıdı.

Demokrat Parti 15 Ekim 1951’de toplanan Üçüncü Büyük Kongre’de tüzük ve programını yeniden belirledi. Programının birinci maddesine de aşağıdaki satırları girdi:

“Siyasi hayatımızın, birbirine karşılıklı saygı gösteren partilerle idaresi lüzumuna inanan Demokrat Parti, Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve umumi siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadıyla kurulmuştur.”

Meclis’te 1945 yılından itibaren çok partili dönemdeki parti sayısı bir elin parmaklarını geçmedi. İlk partiler Mareşal Fevzi Çakmak, General Sadık Aldoğan ve Hikmet Bayur’un kurdukları Millet Partisi, Nuri Demirdağ’ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi ve bir de Türkiye Köylü Partisi oldu. Daha sonra 1954 yılında Millet Partisi ve Milli Kalkınma partisi kapanacak, bu iki partinin kurucuları birleşerek Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni kuracaktı.

1946’da yapılan seçimlerde Demokrat Parti 64 milletvekili çıkararak 1950 seçimlerine kadar Meclis’te muhalefet görevini yaptı. 1950’de Dokuzuncu Büyük Millet Meclis Devresi için yapılan seçimlerde Demokrat Parti patlama yaptı ve meclisteki 487 koltuktan 401’ini aldı. Koltukların 69’unu Cumhuriyet Halk Partisi, 1’ini Millet Partisi ve geriye kalan 9 koltuğu da bağımsızlar aldı. Böylece Türkiye’de Demokrat Parti dönemi başlamış oldu.

Demokrat Parti 1950’de iktidara geldikten sonra tarım ve sanayileşme alanında çok büyük ilerlemeler kaydedildi. Tarımın makineleştirilmesi ve çiftçiye verilen kredilerin Türkiye’nin elverişli iklimiyle birleşmesi ile topraktan alınan ürün çoğaldı. Fakat 1954’te patlayan firmaların ithalat çabası, düzensiz yatırımlarla birlikte ekonomiyi zorlamaya başladı. Tarım ve sanayinin iyi gitmesine karşın yapılan yanlış yatırımlar enflasyonun artmasına neden oldu. 1958 yılında alınan tedbirler, sıkı para ve hazine politikaları da işe yaramayınca enflasyon artışının önüne geçilemedi.

27 Mayıs ihtilali yaklaşıyor 

Celal Bayar yazdığı kitapta Türkiye’de o zamanlar bulunan komunistlerin de 27 Mayıs ihtilali ile doğrudan bağlantılı olduğunu anlatıyor. Bayar’a göre komunistler, Demokrat Parti’nin iktidar olmasını istiyorlardı çünkü Demokrat Parti iktidara geldikten sonra yaratacağı özgür ortamda istedikleri gibi davranacak, basın özgürlüğünü diledikleri gibi kullanacak ve bol bol komunist propagandası yapacaklardı. Bayar, ardından patlak veren Kore Savaşı ve Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi sırasında, komunisterin Türk askerlerinin tren vagonlarına yazdıkları propaganda yazıları, basında ve muhalefet partisinde bu olayın bir halk hareketi olarak gösterilmesini sağladıklarını da belirtiyor.

1959 yılında iktidar ve muhalefet arasında çok gergin anlar oldu. 1960’ta iktidardaki Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi’nin zararlı, otoriter ve yıkıcı birlikleri halk ve ordu karşısında ayaklanmaya teşebbüs ettiğini öne sürdü ve TBMM’ye bir önerge verdi. Önergeye göre, kurulan tahkikat kurulu 3 ay boyunca muhalefetin ve basının her hareketini inceleyip sorgulayacaktı. 18 Nisan 1960’ta önerge büyük çoğunlukla TBMM’de kabul edildi. Fakat Türkiye bu tahkikat komisyonunu büyük bir hoşnutsuzlukla karşıladı. İhtilale giden yolda ilk kıvılcım 28 Nisan 1960 günü İstanbul Üniversitesi kampüsünde öğrencilerin Demokrat Parti karşıtı yaptıkları eylemle çıktı. Polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmada bölgeden geçen, konuyla ve eylemle tamamen alakasız olan Turan Emeksiz isimli öğrenci, polisin silahından çıkan bir kurşuna hedef oldu ve hayatını kaybetti. Olayın ardından İstanbul ve Ankara’da sıkı yönetim ilan edildi ve sokağa çıkma yasağı getirildi. Ancak öğrencilerin tam gaz eylemleri durmak bilmedi. 30 Nisan’da gerçekleştirilen başka bir eylemde Nedim Özpolat isimli başka bir öğrenci hayatını kaybetti. 28-30 Nisan gösterilerinin hemen ardından Demokrat Parti bir toplantı yaptı ve 5 Nisan günü Kızılay Meydanı’nda bir gösteri yapma kararı aldı. İktidar partisini destekleyen gençler 5 Nisan akşamı için hazırlık yapmaya başladılar. Fakat muhalefet yanlısı öğrenciler bu haberi duyduktan sonra, kendi aralarında parola belirleyerek “555k” için Ankara Kızılay Meydanı’na iktidar partisi gösterisinde protesto eylemi yapmak içib birbirlerine haber verdiler. 555k’nın anlamı “ayın beşinde, beşinci gün, saat beşte, Kızılay’da” idi. Saat akşam tam 17:00’ı gösterirken Kızılay Meydanı hınca hınç doldu. Fakat Demokrat Parti gösterisi olması gereken bu eylem, DP karşıtı olan ve 555k için toplananlar sayesinde protestoya dönüştü. DP karşıtlarının sayısı, DP için toplananların sayısının çokça üstündeydi. Celal Bayar ve Adnan Menderes iktidarı aleyhine sloganlar başladı. Ayrıca bu olay “ilk sivil itaatsizlik” olarak Türkiye tarihine geçti. 555k gösterisinin çıkmasına neden olan başka büyük bir etken ise, ne kadar doğru bilinmese de, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın siviller ve öğrenciler üzerine ateş açma emri vermesi olarak gösterildi. Celal Bayar ve Adnan Menderes saat 18:00’de her şeyden habersiz Demokrat Parti mitingi için geldikleri Kızılay Meydanı’nda büyük bir öfkeyle karşılaştılar. Adnan Menderes kalabalık tarafından tartaklandı ve daha sonra bir gazetecinin arabasıyla olay yerinden zorla uzaklaştırıldı.

İhtilal 

Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarına karşı içinde yavaş yavaş planlanıp uygulamaya konulan hereket, 21 Mayıs Harp Okulu Yürüyüşü ve ordu-öğrenci dayanışması ile tüm Türkiye’de gündeme oturdu.

Başbakan Menderes artık telaşlanması gerektiğini biliyordu ve 25 Mayıs’ta Tahkikat Komisyonu’nun 3 aylık gözlemlerini bitirdiğini ve yakında raporunu TBMM’ne sunacağını söylese de ihtilali engelleyemedi.

1960 yılının 27 Mayıs ihtilali sabahı başkanlığını Orgeneral Cemal Gürsel’in yaptığı 5 general, 8 albay, 7 yarbay, 10 binbaşı ve 8 yüzbaşıdan oluşan 38 kişilik Milli Birlik Komitesi ülke yönetimine el koyduğunu açıkladı. Türk Silahlı Kuvvetleri İstanbul ve Ankara’da önemli yerleri ele geçirdi. Ardından aramalar başladı ve 27 Mayıs ihtilalini takip eden günlerde tam 592 kişi yargılanmak üzere Yassıada’ya tutuklu olarak götürüldü. Bunların arasında dönem Cuhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu da vardı. 11 ay süren davalar sonucu 3 kişi idam edildi, 31 kişi ömür boyu, 418 kişi 6 aydan 20 yıla kadar çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Ayrıca 123 kişi beraat etti ve 5 kişinin de davası düştü. 27 Mayıs sabahı Milli Birlik Komitesi, Türkiye’nin idaresine resmen el koyduğunu Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in TRT radyosundaki konuşmasıyla duyurdu:

“Sevgili vatandaşlar. Dün gece yarısından itibaren, Bütün Türkiye’de Deniz, Hava, Kara Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek memleketin idaresini ele almıştır. Bu hareket Silahlı Kuvvetlerimiz’in muşterek işbirliği sayesinde kansız başarılmıştır. Sevgili vatandaşlarımızın sükun içinde bulunmalarını ve resmi sıfatı ve vazifesi ne olursa olsun hiçkimsenin sokağa çıkmamasını rica ederiz.”

Eskişehir’de bulunan Başbakan Adnan Menderes, Kütahya yolunda tutuklanarak Ankara’ya getirildi. Celal Bayar ise Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde, her ne kadar seçim ile başkan olduğunu, milli irade ile geldiğini ve gitmeyeceğini söyleyip, intihar etmek için silahına davransa da çevresindekiler tarafından tetiği çekemeden etkisiz hale getirildi ve ardından Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı yardımı ile götürüldü.

Milli Birlik Komitesi’nin yayınladığı 3 numaralı Tebliğ ile her türlü siyasi hareket, parti veya grup toplantıları yasaklandı. Hemen ardından 4 ve 5 numaralı Tebliğler yoluya Milli Birlik Komitesi, görüşmelerinin aksamaması için bütün telsiz ve telefon görüşmelerini yasaklattı. Bu 5 Tebliğ’in yayınlanma amacı ise 6 numaralı Tebliğ yoluyla bütün Türkiye’ye duyuruldu:

“Türk Ordusu bir kere daha tarihi bir vazife karşısında bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felakete sürüklemek isteyen hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır”

Diğer Tebliğler arasında en göze batanları ise 13 ve 32 numaralı Tebliğler oldu. 13 numaralı olan şöyleydi:

“Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını önlemek için bu işe giriştik.”

32 numaralı olan ise şöyleydi :

“Milli İnkılap, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetinin teminatı, iktisadi kalkınması ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde ve her türlü çalışma yerlerinde kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.”

Tutaklananlar Yassıada’ya gönderildi ve 3 ay boyunca orada tutuldu. 24 Eylül 1960’da Yüksek Adelet Divanı kuruldu ve incelemelerini bitirdikten sonra 14 Eylül’de Yassıada’da çalışmalarına başladı. Bütün tutuklular hakkında 10’larca ayrı dava açıldı.

  1. Anayasa’nın İhlali Davası
  2. Vatan Cephesi Davası
  3. İstimlak Davası
  4. Üniversite Olayları Davası
  5. Demokrat İzmir Davası
  6. Kayseri Olayı Davası
  7. Çanakkale Olayı Davası
  8. Topkapı Olayları Davası
  9. Radyo Davası
  10. Örtülü Ödenek Davası
  11. Barbara Davası
  12. Ali Ipar Davası
  13. Değirmen Davası
  14. Arsa Davası
  15. Dolandırıcılık Davası
  16. 6-7 Eylül Olayları Davası
  17. Vinileks Şirketi Davası
  18. Radyo Suistimali Davası
  19. Döviz Kaçakçılığı Davası

Davalar tam 11 ay 1 gün sürdü ve 15 Eylül 1961’de resmen sona erdi. Bu davalar sonunda Celal Bayar, Adnan Menderes, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Demokrat Parti milletvekilleri ve Genelkurmay eski başkanı Rüştü Erdelhun’un da aralarında bulunduğu toplam 592 sanıktan, 228’i hakkında idam cezası istendi. 202 oturum yapıldı, bin küsür tanık dinlendi, Demokrat Parti’nin öncü üyelerinden 31’i ömür boyu hapis cezasına, 418 sanığa 6 ay ile 20 yıl arasında değişen hapis cazaları verildi. 123 sanık beraat etti ve 5 sanığın davası düştü.

27 Mayıs ihtilali davaları

31 Ekim 1960 günü görülen davanın konusu “yeni doğmuş gayri meşru çocuğu öldürmek ve bu suça azmettirmek.”

Birinci oturum, Menderes kürsüde:

Mahkeme Başkanı Salim Başol (Baş)
Adnan Menderes (Men)

Baş: Sanıklar getirildiler. Bağlı olmayarak yerlerine alındılar. Müdafiler hazır. Yassıada’da duruşma salonunda açık olarak duruşmaya başlandı (ardından Menderes’e doğru dönerek konuşmaya başlar). Siz Ayhan Aydan ile münasebet tesis etmişsiniz. Bundan meşru olmayan bir çocuk dünyaya gelmiş. Sanık (Zeynep Kamil Hastanesi Başhekimi) Fahri Atabey’i azmettirmek suretiyle çocuğu öldürmüşsünüz.

Men: Muhterem Reis Beyefendi, benim böyle bir suçla uzaktan yakından alakam mevcut değildir. 

Baş: Ayhan Aydan sizinle olan münasebetini gizlememiş, hatta sezildiğine göre de biraz da yaymış. Herhalde zamanın Başvekili ile münasebet tesis etmekten iftihar duymuş olacak. Onun için apartman komşularına, arkadaşlarına vesaireye karşı bu münasebeti gizlemek değil, yaymak temayülü göstermiş (…) Fahri Atabey, sizin Ayhan’ın gebeliği, doğumun yaklaştığı hakkında telefon ettiğinizi söylüyor.

Men: : Katiyen hatırlamıyorum. Benim Fahri Atabey’e telefon edip “Bir şeyler yap” demem varit değildir.

Baş: : “Bunları bırakın, zorlamayın kendinizi…”

Men: “Efendim?”

Baş: “Eğer ben “Kesin.” deyince kesmezseniz kestirmesini bilirim. Siz tahrik etmese idiniz böyle gece vakti büyük bir hastanenin Başhekimi taa İstanbul’dan kalkıp yanına bir hemşire alıp devlet arabasına binerek bu zahmeti yapar mı idi? Sonra bir başka sual: Gerçi resmi arabaları bu makama oturanlar diledikleri gibi kullanabilirmiş ama hiçbir zaman meşru olmayan bir münasebet tesis ettiği kadının kapısı önünde bekleyecek kadar olmamak gerekir. 2 numaralı araba orada imiş, çocuğun cenazesini 2 numaralı araba ile götürmüşler.”

Men: “Çocuğun doğumu ve ölümü telaşı sırasında şoförden istimdat istemiş olabilirler.”

Baş: Şu halde sizin haberiniz olmadan da 2 numaralı otomobil Ayhan Aydan’ın emrine amade gibi bir şey hasıl oluyor? Şimdi evli misiniz?”

Men: “Kat’iyyen…”

Baş: “Evlisiniz, üç çocuğunuz var.”

Men: “Evet evliyim, üç çocuğum var.”

Baş: “Bundan evvel Ayhan Aydan’ın çocuk aldırttığını diğer sanık Fahri Atabey kabul ediyor.”

Men: “Çocuğu öldürmek değil, kanamalar dolayısıyla, rahim rahatsızlığı çekerdi sık sık, doktora giderdi. Düşürmüş olabilir.”

Baş: “Sonra Ayhan Aydan’dan sormadınız mı?”

Men: “Ondan sonra Ayhan Aydan’ın yüzünü hiç görmedim.”

Baş: “Münasebetinizi niye kestiniz?”

Men: “Bir başka münasebet tesis ettiğimi Ayhan onurlu bir insan olarak sezdi. Bendeniz de aynı hislerle kendisinin hislerini tahriş etmek istemedim.”

Baş: “O yeni münasebet kiminle?”

Men: “Onu bırakalım Reis Bey.” (gülüşmeler)

31 Ekim 1960, ikinci oturum:

Savcı: “Devletin gizli evraklarının saklandığı bir kasaya “Tarihi hatıralar” yaftası yapıştırılıp içinde her biri bir günahın delili sayılabilecek mahiyette kadın çamaşırları, müstehcen resimler saklanmasının hangi ruhi sapıklığın eseri bulunduğunu belirtmekten haya duymaktayız. (…) Namaz kılmayan, oruç tutmayan bir vatandaşa kimsenin çatmaya hakkı yoktur. Ancak, bir saat önce metresinin yatağından kalkan ve şakakları viski terleyen sarhoş bir adam karşımıza geçip de “Bu mübarek günde oruçlu ağzımla sizi mi kandıracağım?” gibi laflar etmeye kalkışırsa artık bu sahtekarlığın yüzüne vurulması farz oldu demektir. (…) Şehvetini tatmin sırasında bir komiseri kapı beklemeye zorlayan ve onu bu derece haysiyetsiz bir işte vazifeli sayan Menderes’in, Türk zabıtasını müstebit amaline sevketmesi işten bile olmamıştı.”

Menderes: “Soruşturma esnasında kendileri ile müşerref olduğum, şeref duyduğum, çok nazik ve kabiliyetli bir zat olarak kısa bir zamanda tanıdığım, şimdi yüksek iddia makamını işgal eden muhterem şahsiyetin niye böyle bir azm ile mütehalli olduğunu çözmeye imkan yoktur. (…) Soruşturmada kendisiyle karşı karşıya oturduğum zaman sigara içtik, yanında arkadaşları da vardı. Dedim ki, “Kasada birçok resimler var, baktınız mı?” “Evet” dediler. “Küçücük resimler”, onun hikayesini anlatayım. Bir gün Refik Koraltan elinde küçük bir oyuncakla geldi, gösterdi ve baktık. Bıraktı gitti. Atamadım, satamadım, oraya koydum. Bunlar müstehcen resim değildi, küçük aletlerle gösterilen artistik resimlerdi. Bütün evlerde tablo diye kullanılabilir. İkincisi sanmıyorum ki kendileri “Hayır” desinler, şerefli bir hakimdirler. Bana “Aman onu bulduğumuz ne iyi oldu, bütün bu evrak içinde bunaldığımız zamanlarda onlarla meşgul olarak vakit geçiriyor, eğleniyoruz” dediler.”

Baş: “Bu küçük resimleri Refik Koraltan sonradan istemedi mi? O büyütücü aleti sizden tekrar istemedi mi?”

Men: “Gayet ehemmiyetsiz şeylerdi.”

Baş: “Görülmüş şey değil, herkeste bulunmaz.”

Men: “Bıraktı gitti beyefendi. Bir suç değil. Benim bu resimlerle, bilmem nelerle filan alakam yoktur. Ama bendeniz çok muhterem şahsiyeti haiz beyefendinin bundan latif, zarif, kibar, nazik olarak “Aman ne iyi oldu, hepimiz yoruldukça ona bakarak vakit geçirdik” demesine mukabil şimdi “Müstehcen” demelerine üzülüyorum. (Savcıya hitaben) Beyefendi resimler müstehcen mi idi?”

Örtülü ödenek davası

Yassıada tutanakları arasında Aydan-Menderes ilişkisi açısından en şaşırtıcı ayrıntı “Örtülü Ödenek Davası” dosyasından çıkıyor.

Çünkü Menderes’in örtülü ödenekten yaptığı ödemeler arasında Ayhan Aydan’ın boşandığı eşi Ferit Alnar’a uzunca bir süre boyunca belirli aralıklarla ciddi yekün tutan ödemeler yapıldığı anlaşılıyor.

Ödemeler 1951’de 3 bin lira ile başlıyor. 1952’de yine 3 bin lira veriliyor. 1953’te 707 dolar karşılığı 2 bin lira. Aynı yıl “Almanya’ya döviz” için 2 bin lira daha. 1954’te 6 bin 500 lira. Sonra Ferit Alnar’ın babası Ragıp’a bin lira. 1955’te 500 lira ve 1959’da 2 bin 163 lira.

Adnan Menderes’in idamı

27 Mayıs ihtilali sonrasına kadar duyulmayan davalar peş peşe birbirini izledi. Bebek davası, don davası, köpek davası… Adnan Menderes kendisi aleyhinde açılan 6 davada sadece Bebek Davası’ndan beraat etti. Diğer 5 davadan suçlu bulundu. Milli Birlik Komitesi aralarında Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın da bulunduğu toplam 15 kişiyi TCK’nın 146/1 maddesi gereği idama mahküm etti. TC Anayasası’nın 146/1 maddesi şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun tamamını veya bir kısmını, tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan TBMM’yi iskata veya vasifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler idam cezasına mahkûm olur.”

Tağyir; değiştirmek, ilga; varlığını kaldırmak, iskat; susturmak demektir.

Daha sonra Milli Birlik Komitesi bu idam kararlarından sadece 3’ünü onayladı: Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu. Celal Bayar 65 yaşını geçmişti ve sağlık nedenlerinden dolayı idam cezası değiştirildi. İdam cezasına çarptırılan diğer 11 sanığın da cezaları ömür boyu hapse çevrildi.

Adnan Menderes’e hergün askerler tarafından ilacı veriliyordu. Fakat Menderes yutması gereken bu tek hapları hiç yutmadı. Her gün gelen hapları tek tek mendilinin içine sakladı ve 15 Eylül günü intihar etti. Fakat intiharı erken fark edildi ve hemen tıbbi müdahele yapıldı. Böylece Menderes canına kıyamadan engellenmiş oldu. Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül 1961’de, Adnan Menderes ise intihar girişiminden sonra vücudu tekrar eski haline gelmesi için bir gün daha bekletildikten sonra 17 Eylül 1961’de darağacında asılarak idam edildi.

Milli Birlik Komitesi 25 Ekim 1961’e kadar Türkiye’nin siyasi yönetimine hakim oldu.

Yazıyı Paylaş

Okumaya Devam

Abone ol
Bildir

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Yorum yapmak için tıkla!x